17 Ekim 2011 Pazartesi

Bu aşk piç gibi içimde, babası belli değil

 Bu sefer hikayeyi falan geçiyoruz sevgili blog. Bu sefer ben anlatıcam sen dinleyeceksin. Çünkü lafın bittiği yere gitme gibi bir eğilim içerisindeyim, ve kendime yeni sozler türetmem lazım. O yüzden şu içimdeki ne idüğü belirsiz duygudan kurtulmam gerek. Bir kankim dedi yaz dedi, at dedi içindekileri belki biraz diner. Onu dinliyorum..

 Nerden başlayalım? Direk dalalım konuya.ya başı kimin umrunda, yazıyı kendime yazıyorum nede olsa. Şimdi ben bi acayipliklerdeyim. OSYMnin yaptığı boktan sınavlar bittikten sonra bir bunalıma girdim.  Sınav bitmiş 2. haftasında gecenin bir yarısı başladım ağlamaya. Annem soruyor "Ne oldu kızım?" diye. Cevabım durumumdan komik; "Anne yapacak hiçbir şey yok, kendimi çok boş hissediyorum. Çok kotuyum ben, canımın sıkıntısından olücem sanki. Ne olur ablamın yanına gonder  beni, belki biraz kafa dağıtırım." . Annem yolladı beni 1 hafta 10 güne kadar. Gittik İzmir'e. Ordada uzun süre değişmedi halim. Ben, çok konuşan ben konuşmaktan kendi sesimi duymaktan acizdim. Ablam anneme benim halimden bahsedip şu kıza bişi soyle düzeltsin kendini falan diyordu. Neyse denize falan gittik, 4-5 gün Çandarlı'da . İyi geldi. 

Şu hayatta en sevdiğim şey yüzmek, okumak ve müzik. Deniz kenarında bir evim olsun, her türlü müzik erişimim birde bir kütüphane dolusu kitabım. Omrünü burda geçir deseler geçiririm. Yani bana kalsa geçiririm ama insan vücudu buna müsade etmiyor. Geldik işte konuya.. Kaç zamandır yine bu ruh haline bürünmüştür. Bir türlü kanım ısınamadı üniversiteye. Gerçi bendede hata var. Arkadaşlarım İstanbulda olunca bende ortam kurmayı, insanlarla kaynaşmayı pek umursamadım... Neyse anlatmak istediğim aslında farklı.. 3 gündür bir his var içimde, hani aşık olunca insanın nasıl olur boyle karın tarafından goğsüne doğru yakıcı bir his çıkar. Hani boyle yerinizde duramazsnız, eliniz ayağınız buz kesilir, oyle bir his işte... Sevinir normalde insan buna. Tabi ortada üstlenicek bir karşı cins olursa. İşte acayiplik burada başlıyor. Kimse yokki aşık olduğum. O zaman neden vücudum bana bu acıyı çektiriyor. Acı diyorum çünkü bazen kendi başıma yaşadığım bu aşk koca bir kalp kırıklığı oluyor, yine sebepsiz.. Dün gece artık o kadar yoğun oldu ki, kalpten gitcem sandım. 2 saat uyuyamadım. Bu aşk piç gibi içimde, babası belli değil.. 

Neyse son cümle tüm herşeyi tanımladı zaten. Bu kadar yeter. Hoşça kal, hoşça kalalım.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Oğrencinin Duygusal Anneler Günü Hediyesi :)


Yarın anneler günü... Benim en anlamlı bulduğum günlerden bir gün. ama pek fakirim bugünlerde. Oğrenciyim arkadaş daha açıklaması yok :). Cepte para yok bi kuru kutlama olmaz dedik, alternatif çozumler ürettik. Şimdik... İlk once gittim belediyemin bahçesinden bir lale kopardım. Validem,sultanım laleleri çok sever. Gizlice getirdim ektim saksıya..Aşamalarınıda paylaşayım sizlerle :)



Gazeteyi açtık efenim. Yerler kirlenmesin ki annem bişey çakmasın. Zaten balkondayım, ışığı açmışım. Her an gelcek diye tırsıyorum :).



Başladım hazır saksıda bulunan toprağı eşelemeye, laleme yer açıcam malumunuz.


Tam dikerkende içeriden ses gelmesin mi? "Gozde ne yapıyorsun orada?" Hemen eldivenleri çıkardım koşuverdim içeri, "Hiiiç dışarı bakıyordum. Ya bu odaya girme demedim mi anne? Ders çalışıcam." :)




Biraz yamuk durdu ama olsun o kadar canım. Acemiyiz sonuçta :)



 Heehh, can suyunuda verdik bol besmeleyle. İnşallahta tutar .



   Şimdi gelelim asıl plana. Yarın annem kalkmadan once kalkıcam. Yatağının oraya bir dosya kağıdına " Anneee okları takip etsene :) " yazıcam. Oklar ilk olarak onu mutfağa goturucek. Sonraki kağıtta  yazanlar

Mutfak : "Annem… En güzel yemekleri pişirdin sen bize burada. Sayende evimizden hep güzel kokular yayıldı. Menüdeki yemeği beğenmediğimizde bizlere, “bunu bulamayanlarda var, şükretmeyi bilceğinize mızmızlanıyorsunuz.” Laflarınla şükrü oğrettin. Ramazanda aç bir şekilde oturduğumuzda sofrada, buram  buram yemeklerinin kokusunu içimize çekerken, duamızı ettirmeden yemeğe başlamamayı oğrettin. Sen dolaptaki meyve gibi şeyleri adil olarak aramızda paylaşmayı oğrettin. Bulaşık yıkarken kırdığım onca şey olmasına rağmen bir tek sakar diyip geçtin (o da doğruydu hani). O yüzden benim her şeyden onemli olduğumu hissettrdin. Hadi devam et oklara. :) "

Banyo : " Küçüklüğümü hatırlıyorum… Burada pekte iyi anılarımız yok benim açımdan. Beni küçükken bıcı bıcı yaptırman en korktuğum şeydi. Kabul et, halı yıkar gibi yıkardın bizi. Kaynar sularla ! Duştan bir çıkardık saçlar kabarık kabarık. :D . Bitlendiğimde kafama Bepanten bocek ilacını sürmende cabası. Acımasız kadın seni :D:D . Bir ovdüm bir yerdim bende canım. Saçıma kına yaktığımızı hatırlıyorum. Duruladığımızda kırmızımsı rengi gordüğümdeki sevincimi. Ve birde… Küçükken hep düşerdim ya hani. Dizlerim kan revan. Alırdın beni kapıdan banyoya kadar, soyarak getirirdin, baştan aşağı suya tutardın. Yaralarımı temizlerdin… Sen beni hep yaralarımdan çekip çıkaransın annem…"

Oklara takip devam...

Oturma odası : "Burada bir sürü anımız var, hangi birini desem ki… Senin oğlen uykuların var mesela. Ben sen uyuyunca hep sıkılırdım. Sürekli seninle oyun oynardıkta sanki. Bir gariplik işte benimki de. Ne zaman uyanıcaksn diye beklerdim. Alarmın çalınca başlardım seni dürtmeye. “Anneeee uyaaaannnn.” “ Uyan uyan uyan uyan, benim ayyüzlüm sultanım.” Gibi nağmelerle seni uyandırırdım en sonunda. Baya kızardın bana. Ablamlar seni uyandıramadığında falan beni yollarlardı yanına. Sonra sahura kadar oturmalarımız. Babam elinde neyle gelcek, bugün ne yicez diye sürekli sana sormalarım. Bugün akşam kumanda kimn elinde tartışmalarımız… Sonunda hep ben galip gelirdim. Kıyamazdın ki bana canım benim… "

Yatak odası: "Yatak odası… Gece korktuğumda gelirdim hep yanınıza. “Anne aranızda yatabilir miyim? Lütfeeeenn” diye sorardım ve sen tabiî ki bana kıyamaz ve alırdın yanına. Genelde elim ayağım hep soğuk olurdu. Yorganın altına alır almaz ayaklarımı bacaklarının arasına, ellermide ellerinin arasına alır ısıtırdın. Babam “kız senden rahat yok mu?” diye takılırdı. Sonra babamın taksicilik yaptığı zamanlarda, erkenden kalkıp gittiğinde yatak bize kaldı diye sevinirdim. Birde o zaman yatağımız yündendi. İçine gomülürdüm. Birde o yatağa kimse dokunmadan atlamak, poff diye içine gomülmek… Kabakulak olmuştum bir keresinde. Ne zaman kulağım ağrısa ağlayarak yanına gelirdim. O yaşta sallardın beni ya. Ah annem ben senin comert sevgine ne diyim ki…"

 Sonra çiçeğimi gorucek orada. Saksının üzerindeki nottada :
"Senin için dün belediyenin bahçesinden koparıp ektim. Hayatta yapmıcağım birşeyi yaptım. Sen benim için az mı şey yaptın değer be hatunuma :). Hadi gelde uyandır beni. Opücüğümü isterim he :) "
 yazacak. Benim küçük hatunum çok sevinicek ya. Umarım bir aksaklık olmaz :)
 

5 Mayıs 2011 Perşembe

Bir OSS'usun Talihsizlikleri...

Bugün ilk kez "sinirden gülmek" deyimini anladım... Anlatım efenim bugün başıma gelenleri.

Şimdi ben bir OSSus olaraktan LYS başvurusu için bankaya gittim. Sıramı aldım, bekledim falan. Sonra gittim gerizekalı banka memurunun yanına. "Efendm ben LYSden başvuru yapıcaktım." falan diye derdimi anlattım. Neyse aldı TC kimlik numaramı. Kaç oturumdan giriceğimi sordu. 2 dedim. Adam salağı dondu bana diyor ki " Hanımefendi 2 oturum seçince olmuyor , 4 oturum seçtiğimde ekranda gorunuyorsunz. İşleminizi ancak 4 oturum üzerinden yapabilirim, yoksa başvurunuzu yapamam. " . Çüşşş! Ne alaka ya dedim. Canım ben neden dort sınava girmek zorunda olim ki. Hayır yani bunun onceden yapılan bi başvurusu cartı curtu yokki. Arayın başka arkadaşlarınıza sorun diyor herif. Ya elli kişinin başvurusunu yap bana gelince saçmala.

Neyse... Dedim arayım dershane hocamı ondan bilgi alim. Nedir bu olay diye. Tabi elimde numara yok. Ne yapayım dedim. Hadi 118 18i arayalım, o kadar reklamları yapılıyor, dinlemekten başka faydamız olsun falan. Aradım, aldım bir numara. Aradım, bir erkek açtı. " Merhaba ben oğrenciniz Gozde Ülker, rehber oğretmeni hüseyin bey ile acil goruşmem lazım bağlar mısınız?. Karşı taraf: "Kmle". Ben : " Hüseyin hocayla, rehber oğretmeni ile işte. Acil,lütfen." Karşı taraf: " Ya ne hüseyini burda oyle biri yok.Burası ev ev. " Ben: " he oylemi ,pa.." Karşı taraf:" Sus sus. Sana yalan mı soylicem ya!" dıt dıt dıt dıt... Allahım şaka gibiydi. Bi ara gerçekten şaka olduğunu düşündüm hatta. Durduk yere bir insan azarlanır mı yahu! Bir yandan gülüyorum, bir yandan elim ayağım titriyor. Ne bok yicem bilmiyorum...

Aradım annemi, dersane defterimin arkasından baktı soyledi numarayı. Hoca dedi git başka bankaya, gerizekalı bir devlet memuruna rastlamışındır. Gittim başka bankaya ama, benm daha piskolog randevuma yetişmem lazım, yarım saat kalmış. Bunun yolu var falan... Tabi geç kaldım.

Neyse piskoloğa girdim çıktım. Hastane bahçesinden çıkışa doğru ilerliyorum. Bi adamın yanından geçtim, oylesine kfamı çevirip baktım. Bakmaz olaydım ! Tipi mipi bozuk, belki aklıda oyledir bilmem. Bana birden "Gozlern çok güzel, ne güzel baktın." demesin mi!?  Bir an dondum kaldım. Bahçe ıpıssız. Adam bana çok yakın. Zaten sinirlerimde bozuk. Elim ağzımda ne desem diyorum. Bi 15 20 saniye durdum rahat. Şoktayım, kendimi toparlayım diyorum. "Teşekkür ederim iyi günler." dedim geçtim gittim. Ama ağlıcam nerdeyse. Akıllısı beni bulmaz delisi kıçımdan ayrılmaz yani!

Bozuk olan sinirlerim bugün hepten bozuldu yani. İğrenç berbat bir günle bir daha karşınıza çıkmamak dileğiyle. Amin... :):)

21 Nisan 2011 Perşembe

Beyaz Zenciler

  Bugünki konu başlığım "beyaz zenciler". Aklınız hemen fesat düşüncelere kaymasın burada varoşlardan bahsediyor yazar. Yani ben... :).

  Edebiyat oğretmenimiz tarihi bir soz soyledi geçenlerde. Kaydedin bunu, oğretmen falan olursanız sizde kullanırsınız. "Bir okulda oğrenciler hocalarını dinlemiyorsa orada bir zencilik vardır." . Yani herkes hayatının bir doneminde zenciydi. " Adam haklı beyler. Dağılın..." . Bir şey sormak istedim kendisine o an : Hocam 10 Kasım, 29 Ekim gibi günlerde okulumuz müdürü günün anlam ve onemini belirten konuşmalar yapmak yerine,' üstünüze başınıza çeki düzen verin, benim oğrencim adam gibi olucak yoksa ben onu adam ederim' tarzı nutuklar çekerse sizce bu okuldan zenci çıkması doğal değil mi?...

  Güzelim ülkemde işler hep boyle yürüyor di mi? Birileri sadece biliyor. Uygulamadığı halde uygulatmaya çalışıyor. Hani bir fıkra var ya: Babası kuduran çocuğuna, " Oğlum utan Atatürk senin yaşındayken ülkeyi kurtarmak için cephede savaşıyordu." diyor. Çocukta cevabı çok güzel şekilde yapıştırıyor. " Senin yaşındaykende cumhurbaşkanıydı baba." .  Benim dediğimi yap yaptığımı yapma diyorsun be adam. Ama herşeyin gorsellik olduğu şu dünyada 2 kuru laf kayda değer mi sence?

   Ornek verecek olursak, YGS kopya skandalı çıktı. Herkes gençlerin hakkı yenmemeli diyor. Ama çocuğu eyleme gidicem diyince senin ne işin var sen mi düzeni değiştiriceksin deniyor. Eee hani hakkımızı yedirmemeliydik. Şimdi birde sozlerinizde mi yalan çıktı? Eylemlerinizi geçtim... Yetişkin olmanın en iyi yanı bu sanırım " yan yatmak " ...

  Ne oğretmenler ne veliler ne de çoğumuz farkında değiliz. Yada farkındayız ama koskoca devletle biz mi baş edicez (!) . Sistem boktan... Sistem değişmeden ne uygar olursun, ne ilmine sahip biri, nede kişiliğine sahip olursun. Gün gelir hepsi elinden alınır. Ve sen ancak " Devletimiz iyi değildi." dersin. Ee adam devlet kimden oluşuyor?...

29 Ekim 2010 Cuma

Judith McNaught- Kusursuz (!)

   Bugün buraya nefret dökülücekti klavyemden fakat kendmi kontrol etmeyi biliyorum çok şükür. Daha güzel şeylerden bahsetmeyi yeğledim. Hazır klavyem kısmi felçli değilken, kitaplardan konuşalım bugün sevgili blog.

  Geçen okulun kütüphanesine uğradım, güzel kitaplar geldiğini duymuştum. Yıpranmış bir kitap dikkatimi çekti, '' Kusursuz'' . Judith McNaught yazarı. Kitabı falan ilgi çekici değildi, ismide nedense itici ama beni çekti kitap. Aldım elime, arka tarafını okudum. ''Hmm güzele benziyor.'' Yazdım listeye ismimi ve aldım kitabımı. Derste sıra altından hocaya yakalanmamaya çalışarak okuyorum. Normalde hocalar bir iki kere yaklaştımı pes eder kitabı bırakırdım ama bu sefer bırakasım gelmedi. Kitapların girişi sıkıcı olmaz mıydı ya? Bu kitap öyle değildi. Kısaca konusundan bahsedeyim.

  Zack Benedict diye bir aktrist, yönetmen yani ünlü bir kişilik , birde Julie Mathison diye öğretmen var baş kahramanlarda. Zack küçükken büyükannesi tarafından evden kovularak zengin hayatından çekiliyor. Kitapta böyle başlıyor. İlk olarak nedenini bilmediğimz bir şeyden ötürü büyükannesi Zack'ten nefret ediyor ve dedesi ölür ölmez onu defediyor. Zack o günden sonra kardeşleri ile bir kez iletişime geçmeye çalışıyor , oda başarısız oluyor. Bunu ilerleyen zamanlarda öğreniyoruz. Julie ise küçükken terkedilmiş bir çocukmuş. Profesyonel hırsız. Fakat Rahip Mathison onu evlat ediniyor. O günden snra Julie kasabanın en gözde kişilerinden oluyor. Tam anlamıyla değişiyor.

  Zack Benedict karısı Rachel'in beraber filminde oynadıkları Austin ile onu aldattığını öğreniyor. Diğer gün filmin tamamlanması için , Austin ve Rachel'in son sahnesine gelindiğinde senaryodaki silah gerçekten patlıyor ve Rachel ölüyor. Zack mahkemelerce suçlu bulunup 35 yıl hapse giriyor. 5 yıl sonra hapisten kaçmaya karar veriyor , hapishane müdürünü taşıdığı toplantıdan sonra fırsatı kolayıp kaçıyor.

  Julie , okulunda engellilerin basket oynamasını sağlamıştır. Bu yüzden müdürü ile çekişmiştir. Şimdiki projesi ise okumayı bilmeyen kadınlara okuma yazma öğretmektir. Bunun için sakat öğrencisinin zengin akrabasından destek almak için bir yolculuğa çıkıyor. Yolda mola verip kahve içtikten sonra arabasına giderken, arabasının yanında birinin çömeldiğini farkediyor. Bu kişi kaçkın ''Zack Benedict''tir , fakat Julie bunu yolun yarısında öğrenir.

  Sonrasında Zack mecburen Julie'yide yanına katmak zorunda kalır, rehine olarak. Colarado dağlarında arta kalan tek arkadaşının evini kullanır saklanmak için. O evde bir kaç olay olur Zack ve Julie arasında sonucundada birbirlerine aşık olurlar. Ama Zack Julie'nin iyiliği için bir süre sonra onu kasabasına geri yollar. Böylelikle Zack'in suç ortağı konumundanda çıkacaktır. Zack Julie'yi sevmektedir fakat Julie'ye bunu söylerse ömrünü onu beklemekle geçireceğini bildiği için giderken ona böyle bir şeyi aşk sanmamasını tavsiye eder. Julie çok kırılır. Fakat hala Zack'i sevmektedir.

  Julie kasabaya döndükten sonra yaptığı basın toplantısında Zack'in suçlu olduğuna inanmadığını söylemiştir. Colarada da yaşadıklarınıda bunun kanıtı olarak öne sürmüştür. Fakat Zack bunu  izleyemiyor çünkü o sırada kaçmakla meşguldür. Zack'in arkadaşı Matt ve Meredith bir gün Julie'ye Zack'tan haber getirirler ve hamile olup olmadığı öğrenmek isterler. Julie Zack'e ulaşmak için hamile olduğu yalanını söyler. Zack Julie ile irtibata geçip onu nasıl yanına aldıracağının planını anlatır. Fakat Julie'nin onu yanına gitmeden önce yapması gereken birşey vardır. Zack'in büyükannesine ulaşıp, Zack ile arasında düzeltmeyi sağlamak...

   Julie Zack'in büyükannesinin yanına gittiğinde büyük annesi kanıtlar öne sürerek Zack'in bir katil olduğunu, kardeşini öldürdüğünü söyler. Oysa Zack ona kardeşinin kendini vurduğunu söylemiştir. Büyükanne ısrarla Zack'in yaptığını ve onun ruh hastası olduğunu söylemiştir. Julie inanmak istemez, fakat eve gittiğinde haberlerde yıllar önce cinayet yerinde bulunan kişilerin Zack tarafından telefonla tehdit edildiğini ve Austin'in öldüğünü görünce şokk geçirir. Büyükanne onu arayarak Zack'in yerini söylemesi için yalvarır. Aileside bu yönde ona baskı uygularlar. Julie'de Zack'in tedavi görmesine inanır ve onu ele verir.

  Zack ile buluşacakları yerde Zack'i yakalattırır. Zack ise cebinde Julie'ye nişan yüzüğü getirmiştir. Bunu gören Zack'in sadist hapishane müdürü Julie'ye yüzüğü verirken ona teşekkür eder. Ve Zack yıkılır, ellerinden kurtulmaya çalışıncada hırpalanır. Julie bunu görünce adama saldırır ve bayılır. Sonraları Zack'in arkadaşı Matt'in dedektiflerince katil bulunur [Setteki bir kişininde ihbarı ile ]. Zack dışarı çıkar ama Juli'ye ulaşmaya çalışmaz.

 Julie'ye aşık olan FBI görevlisi, Zack'i buldurması konusunda Julie'ye baskı yaptıranlardandır. Julie'nin arkadaşı Katherine ona bu işi düzeltmezse Julie'ye hiç kavuşamayacağını söyleyince FBI ajanı Zack'in yanına gider, onunla konuşur ve ona Julie'nin basın toplantısı kaydını ve havaalanında adam saldırırken ki görüntüsünü verir, birde evden kaçıcakken annesine bıraktığı mektubu. Zack bunlrı gördükten snra Julie'nin yanına doğru yol alır ve Juli'ye kendini affettirir.

                                        ----- MUTLU SON ------

1 Ekim 2010 Cuma

Hayat Avucumdaki Kelebek



Yaşamak... Başı ve sonu belli bir hayatı baştan sona yaşamak... Hissetmek ne güzeldir yaşamı, ellerinle şekil vermek ona. Bilemek, yontmak ...

   Her birimiz bir sanatçı gibiyiz yaşam konusunda. Bir heykeltıraş gibi... Her birimizin belli bir tarzı var kendimize hitap eden. Belli bir şekli var hayatın ellerimizle, tırnaklarımızla, alın terimizle yaptığımız.  Bu yüzden ''Üstadım'' diyeceğim sizlere...

 ''Üstadım'' diyeceğim ''Ne zor bir zanaattır bu yaşamak... ''. Yıllarını verirsin güzel bir şey elde etmek uğruna. Yavaştan yavaştan özenerek işlersin hayatını. Bilirsin çünkü bu hayat ne kadar sana hitap etsede başkalarınında düşünce alanına girer, başkalarını da etkiler diye. Bir resim gibi...

  Hatta bazen sanatını başkaları uğruna bile şekillendirebilirsin. Bir anne gibi... Çocukları üstüne kuruludur her şeyleri. Bazı heykeller bir şahısın heykelidir mesela, o kişiye baktığınızda sadece onu görürsünüz. Bazı heykellerde vardır onlara baktığınızda ekstradan '' Şefkat, cesaret, azim... '' gibi öğeleri de görürsünüz. Öyle bir şeydir işte bahsettiğim.

  Güzeldir de aynı zamanda işlemesini bilirsen. Başkalarına dokundurtmazsan eğer sanatını. Yaptığın bir resme başkası tarafından atılan bir fırça darbesi senin ahengine uyar mı hiç ? Ne kadar özenerek yapsanda, ne kadar eski haline döndürmeye çalışsanda kimse görmese bile, sen görürsün o bozukluğu. O resime her baktığında kızarsın da sorumlu olana . En ufak bir şey hayatımızı, yaşamımızı veya yaşamamızı büyük ölçüde etkileyebiliyor bazen. Bizler azimli insanlar olarak vazgeçmiyoruz tabi yinede. Olmadı sil baştan başlıyoruz. ''Bembeyaz bir sayfa'' açıyoruz hayata. Bu sefer daha bir kararlı daha bir inançlı ve özenli oluyoruz.

  İnsan doğası gereği yaşamayı sever. Kim derse ki sıktı hayat, sıktı yaşamak diye, ölümle burun buruna gelindiğinde, bitmesin diye dua eder. Çünkü doyum olmaz hayatın güzelliklerine. İnsan ki en doyumsuz hayvan en bıkkın olduğu an bile tutunur aslında yaşamaya. Aklına güzel günleri getirir. Ne uğruna peki ? Biraz daha cesaret uğruna, yaşamak için...

   Elimizden kayarken hayat, film şeridi gibi gelir o an gözlerimizin önüne yaşadıklarımız... Kısacık gelir bizlere  ... O an uçup giden kelebek biz olmayız da hayatlarımız olur. ''Yeterince şekillendirmemiştim oysa hayatımı ben , daha tamamlamamıştım eserimi.'' deriz. Hüzünlü bir bitiştir...

  Kozadan çıkarken büyük bir coşkuyla karşılanan kelebek giderken de bir o kadar üzüntüyle veda eder bizlere. Bir kanat çırpışında ne anlamlar taşır oysa...